Yapay Zekâ: Yeni Lale Çılgınlığı mı?

Günümüzde teknoloji dünyasında yankılanan en baskın kavramlardan biri tartışmasız “Yapay Zekâ” (AI – Artificial Intelligence). Konferans salonlarından LinkedIn gönderilerine, yönetim kurulu sunumlarından hükümet stratejilerine kadar her yerde bu kavramdan bahsediliyor. Ancak bu hızlı yükselişin ardında çoğu zaman içi doldurulmamış vaatler, zayıf altyapılar ve stratejiden uzak uygulamalar yatıyor. Tarihte yaşanan meşhur “tulpan krizi” (Hollanda’da 17. yüzyılda yaşanan lale soğanı balonu) ile karşılaştırmak artık sadece edebi bir benzetme değil; giderek daha fazla teknik uzmanın da dile getirmeye başladığı somut bir değerlendirme aracı haline geldi.
Vaatlerle Dolup Taşan, Ancak Altı Boş Olan Sahte Gelişim
Her dönemin kendi teknolojik çılgınlığı vardır. 2000’lerin başında .com balonunu, 2010’larda blockchain fırtınasını gördük. Şimdi ise yapay zekâ ile karşı karşıyayız. Ancak bu kez fark, daha derin bir teknik karmaşanın ortasında olmamız. Çünkü yapay zekâ sadece bir ürün ya da platform değil; veriye, yönetişime, etik ilkelere, regülasyona, hatta kültürel dönüşüme kadar uzanan bütünsel bir yapının içinde anlam kazanan bir araç. Ne var ki, piyasada gözlemlediğimiz çoğu girişim ya da sunum sadece yüzeysel bir API kullanımı, birkaç demo görseli ya da jeneratif çıktılarla oluşturulmuş sahte başarı hikâyeleri.
Bu durumu daha vahim kılan şey ise; bu boş balonların, üst düzey yöneticilere stratejik kararlar aldıracak kadar inandırıcı bir dille sunulması. Geliştirici ya da veri uzmanı olmayan kişilerin, henüz veri yapılarını bile analiz etmeden, kurum çapında yapay zekâya hazır olmadıklarını fark etmeden, sadece umut satarak pozisyonlandığı bir döneme girdik. Tıpkı lale soğanlarının 17. yüzyılda sadece “potansiyel” değer üzerinden alınıp satılması gibi, bugün de birçok yapay zekâ çözümü sadece “yarın ne olabilir?” vaadiyle pazarlanıyor.
Veri Olmadan Yapay Zekâ: Bir Motorun Yakıtsız Çalışması Gibi
Yapay zekânın en temel girdisi olan verinin, kurumsal yapılarda ne kadar karmaşık bir mesele olduğunu maalesef birçok sunumda göremiyoruz. Verinin ne zaman, kim tarafından, nasıl üretildiği, hangi güvenlik katmanlarında saklandığı, anonimleştirilme süreçleri, versiyon kontrolü, kaynağının güvenilirliği ve anlamlandırılabilirliği gibi soruların cevabı olmadan, geliştirilecek her yapay zekâ çözümü ya eksik kalır ya da büyük riskler doğurur.
Bugün birçok kurumda veri yönetişimi (data governance) hâlâ oluşmamış durumda. Gizli veri ile kamuya açık veri ayrımı çoğunlukla manuel işlemlerle belirleniyor. Regülasyonlara karşı farkındalık zayıf; KVKK, GDPR gibi mevzuatlar ancak bir denetim sırasında gündeme geliyor. Ve en önemlisi, bu verilerin nerelerde nasıl kullanılabileceği konusunda kurumsal seviyede bir çerçeve ve bilinç eksik. Böyle bir zeminde yapay zekâ teknolojisini devreye almak, sağlam olmayan bir temel üzerine gökdelen inşa etmeye benziyor.
Yapay Zekâ Stratejisi Olmadan Sadece Bir Modadır
Strateji, teknolojiyle dans eden bir orkestranın partisyonudur. Yapay zekâ gibi çok disiplinli bir alanın, sadece teknoloji departmanına ya da dış kaynaklı danışmanlara emanet edilmesi, kurum içinde sürdürülebilir bir dönüşüm sağlayamaz. Gerçek bir yapay zekâ stratejisi; hedeflenen çıktıları, iş birimlerinin rolünü, veri süreçlerini, etik ilke setlerini ve organizasyonel değişim yönetimini birlikte tanımlamalıdır.
Bugün birçok organizasyon, hâlâ yapay zekâya dair “ne yapılabilir” sorusuna değil, “ne yapmalıyız” sorusuna cevap vermekte zorlanıyor. Bunun sebebi çoğunlukla iç kaynakların yeterince bilinçli olmaması değil, daha çok dışarıdan gelen heyecan verici ancak bağlamdan kopuk yönlendirmelerdir. Bu da bizi, lale soğanlarının o dönemde nasıl bilinçsizce alınıp satıldığına, sonra da nasıl hızla çöküşe geçtiğine benzer bir döngüye sokuyor.
Yapay Zekâdan Gerçek Değer Elde Etmek: Uzun Vadeli ve Sabırlı Bir Yolculuk
Yapay zekâ, bir günde değil, yıllar sürecek bir dönüşüm yolculuğudur. Önce verinin yapılandırılması, ardından yönetişim modelinin kurulması, yetkinliklerin artırılması, etik kuralların belirlenmesi ve nihayetinde hedeflenen iş çıktılarının yapay zekâ destekli araçlarla optimize edilmesi gerekir. Bu yolculuk, kısa vadeli PR çalışmalarıyla değil; istikrarlı yatırım, içsel eğitim ve gerçek başarı hikâyeleriyle desteklenmelidir.
Şirketlerin bu alandaki olgunluk seviyesi, sadece kaç model denediğiyle değil; bu modellerin karar destek sistemlerine, operasyonlara ve kurum kültürüne nasıl entegre edildiğiyle ölçülmelidir. Aksi halde her yeni teknoloji gibi, yapay zekâ da bir süre sonra “bir dönem modaydı” diye anılan teknolojiler mezarlığında yerini alacaktır.
Teknolojiye Değil, Akla ve Sürece Yatırım Yapılmalı
Yapay zekâ, büyük bir potansiyel barındırıyor. Ancak bu potansiyelin gerçek değere dönüşmesi için sadece araçlara değil, kurum içi zihinsel dönüşüme de ihtiyaç var. Sadece trendi takip etmek değil, onu kurumsal kültüre entegre etmek gerekir. Lale çılgınlığının en büyük derslerinden biri şudur: Gerçek değeri olmayan bir şey, sadece vaatlerle bir süre parlar, ama sonunda yok olur. Yapay zekâ bu kaderi paylaşmak zorunda değil — eğer biz onu doğru ellerde, doğru sorularla şekillendirirsek. Sanırım son gunlerde yapay zeka ile ilgili yaşadıklarımı ancak böyle özetleyebildim 🙂